8 Nisan 2014 Salı

Le Ballon Rouge (Kırmızı Balon) (1956)

Bir çocuğun, kasvetli Paris sokaklarını  renklendiren, güzel kırmızı balonuyla olan dostluğunu  işleyen bir  kısa film  "Le Ballon Rouge". Çok  diyologa  dayalı  olmayan yapımda, sahne çekimleri  sırasında kullanılan mekanlar  öyle  güzel
ki, kartpostal  fotoğraflarına konu  olabilirler.Kırmızı  balon, 1956'lı yılların gri  tonlamalı  çekim formatına, gri  bir resme fırça  darbeleriyle  atılmış bir  renk cümbüşü  gibi  görünüyor. Görüntüden, konuya biraz geçiş yapmak gerekirse, kırmızı balon öyle  alalade bir balon değil, önce bunu bilelim. Arada yaramazlıklar yapsa da , sahibinin  sözü dinleyen onu  her yerde takip eden  sadık bir balon. Tabi  bu güzel  meziyetler her çocuğun balonunda yok. Doğal olarak diğer çocukları bir hasettir sarıyor. Balonu  patlatma çabaları  başlıyor. Balonla, çocuğun kovalamaca dolu, dostluğa  dayalı hikayesi  biraz macerayı da içine katıp  götürüyor. Kısa filmlerin  çoğunda kullanılan metaforlara sahip olsa da  oldukça  özgün sahnelere  ve fikre sahip  bu yapım, sadece final  sahnesi için bile izlemeye değer. Tavsiye edilir .


20 Şubat 2014 Perşembe

You Don't Know Jack (2010,US,IMDB:7.8)

"Doktor ölüm" lakaplı, 1928 doğumlu ermeni asıllı doktor Jack Kevorkian'ın  biyografisidir.Dr. Kevorkian , ötenazi yöntemiyle hastaların acılarından nihai bir sona mümkün olan en acısız şekilde ulaşabilmelerinin, bir insan hakkı olduğunu, her insanın acısız ,çabuk ve onurlu bir ölümü hak ettiğini ve doktorların görevinin sadece hayat kurtarmak değil hastaların acılarına son vermek ve mümkün olan en iyi yolla onların talebi ölüm dahi olsa bunu gerçekleştirmek de olduğunu savunmuştur.


Doktor Kevorkian bu yöntemle 130 hastasını, enjeksiyon veya gaz kullanarak hızlıve acısız bir ölümle buluşturmuştur. Tüm bu süreci daima kayıt altına almış, hastaların ve ailelerin neler hissettiklerini ,ve haklı davasının gerekçelerini sunmuştur.Elbette bu bakış açısı bir çok çevrece (özellikle muhafazakar kesim tarafından..Filmde de protestolar sırasında muhafazakar gruplarca Jack'in Tanrı olmadığı ve Tanrı gibi hayatların ne zaman sonlanacağına karar veremeyeceği söyleniyor..Hatta Jack'e "Sizin bir Tanrı'nız yok mu?" sorusu yöneltiliyor  ve Jack yanıt olarak " Var. Sebastian Bach. En azından benimki uydurma değil." diyor.) sert bir biçimde eleştirilmiştir ve Jack yıllarca davalar arasında gidip gelmiştir. Nihayetinde 1999 yılında hakkında 10-25 yıl arası hapis cezası verilmiştir.(2007 yılında ise salıverimiştir) Ceza almasında öne sürülen neden ise herkesin kuralları eleştirebiliceği,örneğin yazarak ve ya protestolarla;ancak kimsenin hukuk kurallarından üstün olamayacağı ve kuralları yok sayamayacağı ya da kafasına göre değiştiremeyeceği ve tutumu ve ilkesi doğru dahi olsa bunun hesabını mahkemeye vermek zorunda olduğudur.

Senaryosunun gerçek bir hikayeye dayanmasının çekiciliğinin yanı sıra, Al Pacino'nun göz dolduran oyunculuğu filmi müthiş kılıyor.  Başından sonuna kadar insana ölümün, ve hep kaçtığımız sonun bir gün dünyadan tek isteyeceğimiz şey olabiliceğinin altını çizen ve bizi derin soru işaretleriyle baş başa bırakan hem görsel hem de düşünsel birikimimize katkı sağlayan bu yapıt izlenmeye değer..                                                


7 Şubat 2014 Cuma

WELCOME(2009) IMDB:7,6 (FRANCE)





































YAZAN VE YÖNETEN: PHILIPPE LIORET

OYUNCULAR:VINCENT LINDON,FIRAT AYVERDİ,AUDREY DANA..

17 yaşındaki Bilal, Irak Kürdistan bölgesinden Fransa'ya kadar savaştan kaçarak gelmeyi başarmış bir Kürt gencidir.Mülteci kamplarında onun ve bir çok arkadaşının hayali İngiltere'ye ulaşmaktır.Bunun için tırlarla kaçak geçiş yapmak mümkündür.Ancak tırlar aranırken içeride insan olup olmadığına bakmak için tek tek tırlar açılmamakta bunun yerine tırların perdelerinden egzoz gazı verilmektedir.Mültecilerin bundan etkilenmemek için yapmaları gereken başlarına bir poşet geçirip gazın etkisinden korunmaktır.Ancak Bilal,Irak'tan Türkiye'ye geçtikten sonra Türkiye askerlerince yakalanmış ve başına geçirilen bir poşetle saatlerce o durumda bırakılmıştır.Bu Bilal için bir travmaya dönüşmüştür.Fransa'dan İngiltere'ye kaçak girişin ilk denemesinde bu travmadan dolayı hem kendisinin hem de arkadaşlarının yakalanmasına sebep olur.

Bilal'in İngiltere'ye gitmek istemesinin sebebi kendisini bekleyen kız arkadaşı Mina dır. Mina ailesiyle yaşamaktadır ve Bilal'i sevmektedir.Bilal ona ulaşmak için Manş denizini geçmeye karar verir. Bir yüzme hocasıyla tanışır.Hikaye'nin yönü bu tanışmadan sonra tamamiyle değişecektir.

Aşkı,tutkuyu,sevginin önemini,insanlığı ve eşitliğin gerekliliğini tekrar tekrar hatırlatan,film boyunca bizi derin düşüncelerle sarmalayan bu hikayeyi izlemeniz tavsiye edilir.Günümüzün en güncel sorunlarından biri olan mülteci sorununu anlatmanın yanı sıra, hergün her birimizinde aslında  maruz kaldığı eşitlik yoksunu dünyayı ve bu eşitsizliğimizin bile bazı insanların sahip olduğundan çok daha değerli oldugunu bize hatırlatan bu yapım, Fırat Ayverdi'ye de Sezar Ödül törenininden "en çok umut vaadeden oyuncu" ödülünü almasını sağlamış önemli bir yapımdır.Beni olduğu kadar sizi de etkileyip sarsıcak bu yapıma hem Dvd hem de internet aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

THE PERKS OF BEING A WALLFLOWER (2012) IMDB:8.1

Klasikleşmiş ya da çokça izlenmiş yapımların dışında tutulabilicek ancak bu yapımlar kadar başarılı ve farklı son dönemlerde izlediğim en iyi filmlerden biridir "the persk of being a wallflower".Stephen Chbosky nin romanının sinemaya başarıyla uygulanmış versiyonudur.

Başkarakter Charlie,hepimizin en azından lise ve ortaokul yıllarında karşılaştığımız o silik,başarılı ama suskun insanlardan biririn imgelemesidir.Charlie ve onun teyzesiyle yaşadıklarının gölgesinde kalmış hayatının bir bölümünü izliyoruz film boyunca. Emma Watson da başrollerden biri ve Charlie'nin tutkusu.Liseye başlayan Charlie bütün o silik hatta bir nevi asosyal karakterine karşın yeni bir arkadaş grubunda bulur kendisini. Ezra Miller bu grubun 3. üyesidir ve  filmin en çarpıcı ve sıradışı karakterini oynamayı üstlemiştir.Kendisi oldukça çılgın,yapıcı,eğlenceli bir eşcinseli canlandırmaktadır.Film öğretici sınıflandırılmasına kesinlikle alınamasa da izleyicilerden genç olanların kendilerinden bir parça bulucağı ; olgun kesiminse eskilere dönüp bazı hataları ve hayata dair o eski arzu ve anılarını sorgulayacağı,damağınızda güzel bir tat bırakıcak ve izlemekten asla pişman olmayacağınız bir yapım.Tavsiye edilir efendim.

Bu arada başrol Charlie'yi iseLogan Lerman canlandırmaktadır.

Filmde araba sahnesinde duyucağınız müzik "Heroes" dur.Bilginize..

31 Ocak 2014 Cuma

MELEKLERİN PAYI(2012)

Cannes da Jüri özel ödülü alan bu filmi Ankara Cern Modern de izleme fırsatı bulmuştum.Gerçekten bambaşka bir seneryoya sahip etkileyici bir film.

Öncelikle filmin adının yani  "meleklerin payı"nın nereden geldiğini anlatmak istiyorum. İskoçya bildiğiniz gibi viskisiyle ünlüdür.Meşe ağacından yapılma özel fıçılarda saklanır bu viskiler.Ancak buharlaşma sebebiyle viskilerden her yıl belli bir oranda fire verilir.Bu fire verilen kısma da "meleklerin payı" adı verilmiştir.

Film içerisinde de viski senaryonun önemli bir kısmını meşgul ediyor.4 yakın arkadaş üzerinden ilerleyen filmde baş karakter Robbie baba olduktan sonra,kız arkadaşına oğlunun kendisi gibi bir hayatı yaşamaması için elinden geleni yapacağı sözünü verir.Kötü yaşam tarzından ve karıştığı bir kavgadan sonra hapse girmekten son anda kurtulur ve kamu hizmeti cezası alır.Kamu hizmeti görevi sırasında da ana karakerlerden diğer 3 arkadaşı hayatına girer.

Gittikleri bir seminerde viski tanıtımları yapılır.Robbie bu konuda özel bir yeteneği oldugunu keşfeder.Çok keskin seçici bir damak zevkine sahiptir ve iyi viskiler üzerine araştırma yapmaya başlar.Kitaplar alır ve viskinin tarihini ve özel viskileri inceler.Daha sonra arkadaşlarıyla bir soygun yapmaya karar verirler;soygun yapıcakları şey ise para değil çok değerli bir fıçı viskidir!

İzleme şansınız olur mu bilmiyorum.Şu anda filmin gösterimde olduğu bir yer yok ancak dvd si çıkabilir ve izleyebilirsiniz diye daha fazla detay vermek istemiyorum. Film oyunculuklar yönünden çok üstün bir başarıya sahip olmasada ayırdedici yaratıcı ve eğlenceli konusuyla hafızalarda yer bırakıcak türden bir yapıt. İzlemenizi tavsiye ediyorum efendim..

26 Ocak 2014 Pazar

INGMAR BERGMAN (1918-2007)

Ingmar Bergman sinema tarihi için son derece önemli, İsveçli oyun yazarı ve yönetmendir.9 kez Oscar'a en iyi yönetmen dalında aday gösterilmiştir."Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri" filminin Cannes'daki başarısının ardından yönetmen hem Avrupa'da hem de Amerika'da geniş çapta bir üne kavuştu.Filmografisi 5 dönem olarak inceleniyor.Vikipedi de daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz;ancak ben burda Bergman'ın çok sevdiğim bir filmi hakkında sizleri bilgilendirmek istiyorum.Aksi söyliyceğim herşey bir ansiklopedik bilgi niteliğinde olucak ve sizi sinema televizyon bölümünden bir dersi işler edasıyla meşgul etmiş olacağım.



7.MÜHÜR (DET SJUNDE INSEGLET)



Film, savaştan dönen bir Orta Çağ  şövalyesinin, dönemin en illet hastalıklarından veba sonucu paramparça olmuş şehri ve insanları görmesinden sonra duyduğu acıyı ve Tanrı'nın varoluşu hakkındaki kuşkusunu konu alır.Bir müddet sonra kendisi de Azrail ile karşı karşıya gelir.Ancak kaderine razı gelmek istemez ve  Azrail'i satranç oynamaya davet eder.Ölümden kaçabiliceğine kendini inandırmıştır.Bu kısımda vikipedi den bir alıntı yapmak istiyorum. "Bir rahip oğlu olan Bergman, tıpkı Şövalye gibi, modern dünya topyekün savaşları ve nükleer psikozu ile dini bir bakışı yalanlıyor görünse de, inancın sorunlarından kendini kurtaramıyordu. Seyrek, stilize tematik diyaloğu, ağırbaşlı ses efektleri ve vakur, melankolik müziğiyle Yedinci Mühür, dinsel deneyimin hem daha hafif hem de daha karanlık yanlarının nüfuz ettiği, belki biraz saplantılı, ama yine de çarpıcı bir film olarak varlığını günümüzde de sürdürüyor."




Bergman dan da bir alıntı paylaşmalı:  "Yedinci Mühür, serbestçe kullanılmış ortaçağ malzemeleriyle 
sunulan modern bir şiirdir. Filmimde Şövalye, bugünün askerinin savaştan dönmesi gibi, Haçlı Seferi'nden dönüyor. Orta Çağda insanlar vebadan ölesiye korkarlardı. Bugün de atom bombası korkusuyla yaşıyorlar. Film, teması hayli basit bir alegoridir: İnsan, onun ebedi Tanrı arayışı ve tek mutlaklık olarak ölüm."


Aslında çok basit bir temadır ele alınan.Ancak Azrail ile satranç oynamak fikri herhalde yüzyılın en yaratıcı ve aydın fikirlerinden olmalı.Film boyunca bir çok diolog ve monolog da dejavu yaşıyoruz.Çoğumuzun Tanrı ve varoluşu hakkında kendine defalarca sorduğu sorular soruluyor,bazen ana karakter yalnız kendine bazense Azrail'e yöneltiyor sorularını. Ama her birimizin sorunlarına öyle benzerki.Bu filmi bu kadar özel yapan; hem çoğumuzun düşünebiliceğinden çok başka bir kurgusu olması hem de bizim belkide Tanrı eliyle kurgulanmış hayatlarımızdan,yinelenen soruları ya da  durumları içermesi olabilir.

Filmden bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum yazıyı;

"insanın duyularıyla tanrıyı kavraması o kadar imkansız mı? o neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mücizelerin ardına saklansın ki? kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan inanamayanlar? içimdeki tanrıyı neden öldüremiyorum? o nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?"

24 Ocak 2014 Cuma

AMIN MAALOUF

Amin Maalouf, 1949 da Beyrut'ta doğmuştur.Eserlerini Fransızca yazan yazar,1975 yılına(yani Lübnan iç savaşının başlangıcına kadar) gazetecilik yapmaktaydı.İç savaşın patlak vermesinin ardından yazar Paris'e taşındı.Amin Maalouf , çok iyi tanıdığı,özümsediği Orta Doğu ve Akdeniz çevreleri hakkında sarsıcı eserler ortaya koymuştur.Afrikalı Leo ve Semerkant en çok bilenen eserleridir.

Amin Maalouf, Akdeniz ve Orta Doğunun kimlik tespitini eserlerinde ustalıkla yapmayı , bu bölgelerin ırksal ve dinsel kozmopolit yapısını didaktik bir dil kullanıp okuyucuya sıkmadan sunmayı başarmış ender bir yazardır.Her ne kadar Kitapları roman kisvesi altında sınıflandırılsa da,bir tarih kitabı kadar da öğreticidir. Ama dediğim gibi yazar bunu yaparken sizin kafanıza kafanıza vurmaz bilgileri.Ustalıkla serpiştirir romanına ve siz bu bilgileri özümsediğinizi fark etmezsininz bile. Bazense araştırma yapma isteği uyandırır eserleri. Bir çok okuyucuya tarihsel,siyası ve politik anlamda değişik bilgi ve bakış açıları sunan kitapları ilgiyle okunmaktadır ve eserleri ölümsüzdür.

Yazar 1986 yılında yayımlanan kitabı Afrikalı Leo ile Fransız-Arap Dostluk ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca yazarın Tanios Kayası adlı eseri de ona Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü nü kazandırmıştır.

En

önemli kitabı hakkında kısa analize geçmeden önce Amin Maalouf un Doğu'nun kapılarını Batı'ya edebiyatla ve dostlukla açan,hümanist ve eşitlikçi bir yazar olduğunun altını çizelim. Okuduğunuz her kitabında size çok iyi bildiğimizi sandığımız Orta Doğu , Akdeniz ve hatta kendi tarihimizle ilgili bambaşka aydınlatıcı bilgiler sunucaktır.


AFRİKALI LEO (1986)

Anı şeklinde yazılan bu eser bugün tüm edebiyat çevrelerince bir "klasik" olarak değerlendirilmektedir. Konuyu basitçe özetlemek gerekirse, yazar iki büyük dini ,Hristiyanlık ve Müslümanlık, ve onlara mensup insanlari farklılıkları ve aslında var olan aynılıklarıyla anlatır.Ana karakter olan Afrikalı Leo yaşadıklarını anı-günlük biçiminde kitap boyunca aktarır. Kitabı okurken yer yer kitlesel yer yer bireysel çatışmalara rastlıyoruz.Ancak birleşmeler ve bir araya gelişler de aynı şiddet ve çok daha sıcak bir anlatımla dile getiriliyor. Özellikle Türkiye gibi dinsel değilse de ırksal kutuplaşmaların, ötekileştirilmelerin yaşandığı bir ülkede,okuyucu kendi düşüncelerini, kendi ötekilerini,farklı atfettiği değerleri ve insanları bir daha gözden geçiricektir.Hem çok bizden içimizden hem de bizden çok uzak zamanların hikayesi olan bu kitabı okumanız şiddetle tavsiye edilir.







Ayrıca vericeğim link de kendisinin güzel bir röportajıdır.İncelemek isteyenler için; http://www.youtube.com/watch?v=kagjl0uBxX4

Yakın Sinema Tarihi İçin Çok Önemli Bir İsim; QUENTIN TARANTINO

Quentin Tarantino 2 Oscar ödüllü ABD'li senarist,yönetmen ve oyucudur.Kendisi genelde filmlerinin aşırı şiddet ve kan içermesiyle aynı zamanda birkaç filminde kullandığı "zenci" kelimesinden dolayı eleştirilir.Kim ne derse desin o sinemanın dahi çocuğudur. Sanatın her alanında olduğu gibi sinemada da en önemli şey yaratıcılık olmalıdır. Kısıtlamalar ve "entellektüel ,barışçıl ya da bir nevi Hippici"  bir karakterin arkasına sığınıp Quentin Tarantino'yu eleştirmek hiç bir şey değilse bile en azından büyük bir yanılgıdır.(Zenci kelimesi bence de yanlış olmakla birlikte Tarantino nun bunu bir kelimeden ibaret olarak gördüğünün bilinciyle bunu normal görüyorum.Çünkü gerçekten bir kelimeye karşı sürekli bir tepki göstermek de o kelimeyi güncel tutmaktadır ayrıca yönetmenin 2012 yapımı Zincirsiz adlı müthiş filmi de ırkçılığa karşı bakış açısını anlamak için yeterlidir..)

Benim gibi "Rezervuar Köpekleri" filmini izleyerek başlarsanız belki sıkılabilirsiniz. Yoo bu film sıkıcı olduğundan değil,sadece yönetmenin tarzına ısınmalısınız önce. Kill Bill size yönetmeni sevdiricektir. Zaten Türkiye 'de çok iyi bir sinema seyircisi olmaksızın çoğu kişi Kill Bill se
risini izlemiştir.Aksiyon sever millet olduğumuzdan heralde. Ama iyi bir izleyici aksiyonun yanında şiddetin naifliğini bile işlemeyi başaran bu sanatçının yaratıcı yanını da görücektir.






İşte sizin için yaptığım Tarantino'nun en sevilen 5 filminin  izleme sırası ;

1






2 UCUZ ROMAN



3 REZERVUAR KÖPEKLERİ



4 SOYSUZLAR ÇETESİ

5 ZİNCİRSİZ










XAVIER DOLAN ve FILMLERI HAKKINDA

Xavier Dolan Kanadalı bir yönetmen,yapımcı ve aktördür. Çok genç yaşta Cannes Film festivalinden aldığı özel ödülle seyirci tarafından tanındı.Aslında Genevieve Dolan ve Manuel Tadros(aktör ve şarkıcı) gibi bilinen bir aileden olduğu için küçük yaşlarından beri bir nebze biliniyordu ve çocukluğunda bazı  reklam projelerinde yer aldı. Ama dediğim gibi Cannes daki başarısının ardından biz onu uluslararası perspektifte daha yakından
tanıdık.


Xavier Dolan bir eşcinseldir. Şu ana kadarki 3 filminin de başlıca temalarının eşcinsellik oldugunu söylemek yanlış olmaz. Ama bangır bangır tek bir odak üzerinde değildir filmleri.Hayatın akışına uygundur ve bir çok temayı barındırır. Örneğin ilk filmi "I killed my mother" da eşcinsel bir gencin annesiyle olan sürtüşmelerini anlatırken sadece bir eşcinselin değil aslında tüm gençlerin aileleriyle olan uyumsuz-uygunluklarını ya da zaman zaman iğreti zaman zaman sevgi dolu iniş çıkışlarını yansıtmıştır desek yanlış olmaz. Örneğin filmin bir sahnesinde başrol annesinin krem peyniri yiyişinden iğrenir.Uzun süre dudaklarına onu yiyişine odaklanır. Çoğumuz genç yaşlarda ailelerimizin davranışlarını aynı gaddarlıkla yargılamışızdır.Dolayısıyla filmelerine sadece eşcinsel bir perspektifden değil genel bir açıyla yaklaştıgını söyleyebiliriz.

Aslında Dolan bir çok röportajında eşcinsel temasını özellikle kullandığından bahssetmekte.Ama izleyicinin algısınında çok önemli olduğu kanaatindeyim.

Sevgili okurlar ; yönetmenin üç filmi hakkında da kısa bilgiler vermek istiyorum.

I KILLED MY MOTHER (J'ai tué ma mère)


Bu film yukarda da belirttiğim gibi yönetmenin ilk filmidir.Kendisi de Hubel Minel adlı baş karakteri canlandırır. Hubel boşanmış bir ailenin çocuğudur ve annesiyle yaşamaktadır.Annesiyle arasında garip bir bağ/ilişki oldugunu söyleyebiliriz.Hubel filmde düşüncelerini kameraya aktarır.Hatta bir sahnede sarf ettiği sözler annesine karşı hislerinin tam olarak karşılıgıdır. "Annemi çok seviyorum,ama onun oğlu olmaya katlanamıyorum." Sıklıkla aslında anne oğul olmasalar onu çok daha fazla sevebiliceğini düşünür.Kısacası film in ana temalarından biri de ailesel sorunlardır.

Ayrıca Hubel ve erkek arkadaşı yoğun bir ilişki yaşamaktadır. Hubel'in erkek arkadaşının annesi çok farklı ve rahat bir kadındır. Hubel onların ilişkisine imrenir.

Filmin kopma noktası Hubel'in anne ve babasının ortak kararıyla yatılı okula gönderilmesiyle yaşanır.Sonrası ise film izleyicisine spoil vermemek adına tarafımdan anlatılmıycaktır:)

Ayrıca filmde duyucağınız Viva la fete-(Noir desir) sizi etkisi altına alabilir.

HAYALİ AŞKLAR (LES AMOURS IMAGINARIES)

Bu film Xavier Dolan ın ikinci filmidir.Filmin ana konusunun aynı erkeğe aşık olan iki yakın arkadaşın biraz kıskançlık biraz sürtüşme dolu hikayesinden ibarettir. Biri kadın biri erkek iki yakın arkadaş aynı erkeğe aşık olur ve bu erkek sandıklarından daha farklıdır.

Film hakkında fazla bir şey yazmak doğru olmayacak izleyecekler açısından. O yüzden şunu söyleyebilirim bana göre film I killed my mother dan sonra ilk filmin gölgesinde kaldı. Belki de beklentilerden kaynaklıdır. Yine de izlemekte fayda olduguna inanıyorum.Çünkü Avrupa sineması Amerikan ve orta doğu sinemasından çok daha farklı bir çizgide ilerliyor ve bu filmlerin ilerinin kültlerinden olup olmayacağını zaman gösterecek.

Bu filmde de dinleyeceğiniz soundtracklerden çoğumuzun bildiği "Bang bang" in fransızca versiyonu, Isabelle pierre in "Le temps est bon" u ve "Pass this on" adlı şarkılar aklınızda kalacaktır.


LAURANCE ANYWAYS

Laurance Anyways tam olarak bir LGBT temalı film dersek yanlış olmaz sanıyorum.Xavier Dolan bu filmde oyuncu olarak karşımıza çıkmaz. Filmin başrolü Laurance kendisini bir kadın kimliğiyle özdeşleştirmektedir. Ancak hayatında uzun süredir Fred adlı bir kadın vardır. Ve Laurance bu kadına gerçekten aşıktır. Kadın olarak hissetmesine ve bu kimliğiyle mutlu olmasına rağmen. Bir gün artık bir kadın olarak yaşamaya karar verir. Fred bunu destekleyecek ama işler hep istendiği gibi gitmeyecektir. Artık çifti çok zor günler beklemektedir.

Filmde özellikle bir sahnenin Fred i canlandıranSuzanne Clement e  en iyi kadın oyuncu ödülü verilmesini sağlamıştır diyebiliriz. Laurance ın kadın kıyafetleri giyerek eşi Fred le bir kafede oturma anları çevredekilerin rahatsız edici bakışları ve garsonun anlamsız sorularıyla felakete döner.Fred in garson bayana karşı sarf ettiği sözler, haykışırı, kocasını hem kollayışı hem bu kollayıştan duyduğu hezimeti filmde hem oyunculukla hem de senaryoyla pek güzel anlatılmıştır.Özellikle son sahne muhteşemdir. Kesinlikle izlemelisin sevgili okuyucu kesinlikle...


Bu filmden de aklınızda kalıcağına inandığım bir parça Craig Armstrong 'dan Let's go out tonight..


PC: Sevgili okur;

2013 yılında Xavier Dolan ın "Tom a la Ferme" adlı filmide yayınlanmıştır. Ancak Türkiye'de bu gibi filmlere ulaşmak fazlasıyla zor olduğundan henüz filmi bulamadım.İzler izlemez sizi bilgilendireceğim..

THE OTHER SON (2012)

"The other son" ya da orjinal ismiyle " Le fils de l'autre " fransız yapımı bir film. "Yönetmeni Lorraine Levy".
Film aslında sinema tarihinde sıkça işlenmiş bir konuyu ele alıyor. Yani ilk bakışta filmin orjinalliği hakkında yanlış bir fikre kapılmak mümkün.Ancak film sizi içinize alıyor ve ister istemez, kendinizi ayrı ayrı herbir karakterin  yerine koymanız noktasında zorluyor.

Filmin konusunu özetlemek gerekirse öncelikle filmin Bir İsrail-Filistin draması olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Drama diyince aklınıza bizim cogu Türk filmindeki bayağı acıtasyonlar gelmesin. Film drama ve acıtasyon arasındaki çizgiye gelmemiş bile.

İki düşman safhada yaşayan iki çocuk.Bu çocuklar günün birinde Filistinde bir hastanede yanlış ailelere verildiklerini öğrenecekler ve kabullenmek elbette cok zor olacaktır. Hem onlar için hem de aileleri için. Çünkü birbirlerinden can almış 2 ırka mensup bu aileler kayıplarıyla beraber empati yapma yetisinin çok uzağındadırlar.. Ancak hayat onları evlatlarıyla sınıycaktır.


Aile olmanın anlamını,nefretlerimizi,sevgilerimizi,gereksiz öfkelerimizi,yersiz savaşlarımızı ve en önemlisi acılarımızı tekrar gözden geçirmeye bizi zorlayan başarılı bir film. İzlemeniz tavsiye edilir.
Sayın okuyucular;

Bu blogu kurmamdaki yegane amaç  zamanimi daha iyi degerlendirmek ve hem sizleri hem kendimi eğlendirmek olmalı.Burda daima ilgi alanım olmuş film sanat ve kitaplar hakkında öneriler ve bilgiler paylaşacağım.Ama kasmaya gerek yok beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Her gün günün  2-3 saatini gişe ve sanat filmlerine ayırıyorum. Size de faydalı olacağını ve beraber güzel vakit geçiriceğimi umuyorum..SEVGİYLE ESEN KALIN..