Cannes da Jüri özel ödülü alan bu filmi Ankara Cern Modern de izleme fırsatı bulmuştum.Gerçekten bambaşka bir seneryoya sahip etkileyici bir film.
Öncelikle filmin adının yani "meleklerin payı"nın nereden geldiğini anlatmak istiyorum. İskoçya bildiğiniz gibi viskisiyle ünlüdür.Meşe ağacından yapılma özel fıçılarda saklanır bu viskiler.Ancak buharlaşma sebebiyle viskilerden her yıl belli bir oranda fire verilir.Bu fire verilen kısma da "meleklerin payı" adı verilmiştir.
Film içerisinde de viski senaryonun önemli bir kısmını meşgul ediyor.4 yakın arkadaş üzerinden ilerleyen filmde baş karakter Robbie baba olduktan sonra,kız arkadaşına oğlunun kendisi gibi bir hayatı yaşamaması için elinden geleni yapacağı sözünü verir.Kötü yaşam tarzından ve karıştığı bir kavgadan sonra hapse girmekten son anda kurtulur ve kamu hizmeti cezası alır.Kamu hizmeti görevi sırasında da ana karakerlerden diğer 3 arkadaşı hayatına girer.
Gittikleri bir seminerde viski tanıtımları yapılır.Robbie bu konuda özel bir yeteneği oldugunu keşfeder.Çok keskin seçici bir damak zevkine sahiptir ve iyi viskiler üzerine araştırma yapmaya başlar.Kitaplar alır ve viskinin tarihini ve özel viskileri inceler.Daha sonra arkadaşlarıyla bir soygun yapmaya karar verirler;soygun yapıcakları şey ise para değil çok değerli bir fıçı viskidir!
İzleme şansınız olur mu bilmiyorum.Şu anda filmin gösterimde olduğu bir yer yok ancak dvd si çıkabilir ve izleyebilirsiniz diye daha fazla detay vermek istemiyorum. Film oyunculuklar yönünden çok üstün bir başarıya sahip olmasada ayırdedici yaratıcı ve eğlenceli konusuyla hafızalarda yer bırakıcak türden bir yapıt. İzlemenizi tavsiye ediyorum efendim..
31 Ocak 2014 Cuma
26 Ocak 2014 Pazar
INGMAR BERGMAN (1918-2007)

7.MÜHÜR (DET SJUNDE INSEGLET)
Film, savaştan dönen bir Orta Çağ şövalyesinin, dönemin en illet hastalıklarından veba sonucu paramparça olmuş şehri ve insanları görmesinden sonra duyduğu acıyı ve Tanrı'nın varoluşu hakkındaki kuşkusunu konu alır.Bir müddet sonra kendisi de Azrail ile karşı karşıya gelir.Ancak kaderine razı gelmek istemez ve Azrail'i satranç oynamaya davet eder.Ölümden kaçabiliceğine kendini inandırmıştır.Bu kısımda vikipedi den bir alıntı yapmak istiyorum. "Bir rahip oğlu olan Bergman, tıpkı Şövalye gibi, modern dünya topyekün savaşları ve nükleer psikozu ile dini bir bakışı yalanlıyor görünse de, inancın sorunlarından kendini kurtaramıyordu. Seyrek, stilize tematik diyaloğu, ağırbaşlı ses efektleri ve vakur, melankolik müziğiyle Yedinci Mühür, dinsel deneyimin hem daha hafif hem de daha karanlık yanlarının nüfuz ettiği, belki biraz saplantılı, ama yine de çarpıcı bir film olarak varlığını günümüzde de sürdürüyor."
Bergman dan da bir alıntı paylaşmalı: "Yedinci Mühür, serbestçe kullanılmış ortaçağ malzemeleriyle
sunulan modern bir şiirdir. Filmimde Şövalye, bugünün askerinin savaştan dönmesi gibi, Haçlı Seferi'nden dönüyor. Orta Çağda insanlar vebadan ölesiye korkarlardı. Bugün de atom bombası korkusuyla yaşıyorlar. Film, teması hayli basit bir alegoridir: İnsan, onun ebedi Tanrı arayışı ve tek mutlaklık olarak ölüm."
Aslında çok basit bir temadır ele alınan.Ancak Azrail ile satranç oynamak fikri herhalde yüzyılın en yaratıcı ve aydın fikirlerinden olmalı.Film boyunca bir çok diolog ve monolog da dejavu yaşıyoruz.Çoğumuzun Tanrı ve varoluşu hakkında kendine defalarca sorduğu sorular soruluyor,bazen ana karakter yalnız kendine bazense Azrail'e yöneltiyor sorularını. Ama her birimizin sorunlarına öyle benzerki.Bu filmi bu kadar özel yapan; hem çoğumuzun düşünebiliceğinden çok başka bir kurgusu olması hem de bizim belkide Tanrı eliyle kurgulanmış hayatlarımızdan,yinelenen soruları ya da durumları içermesi olabilir.
Filmden bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum yazıyı;
"insanın duyularıyla tanrıyı kavraması o kadar imkansız mı? o neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mücizelerin ardına saklansın ki? kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan inanamayanlar? içimdeki tanrıyı neden öldüremiyorum? o nu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?"
24 Ocak 2014 Cuma
AMIN MAALOUF

Amin Maalouf, Akdeniz ve Orta Doğunun kimlik tespitini eserlerinde ustalıkla yapmayı , bu bölgelerin ırksal ve dinsel kozmopolit yapısını didaktik bir dil kullanıp okuyucuya sıkmadan sunmayı başarmış ender bir yazardır.Her ne kadar Kitapları roman kisvesi altında sınıflandırılsa da,bir tarih kitabı kadar da öğreticidir. Ama dediğim gibi yazar bunu yaparken sizin kafanıza kafanıza vurmaz bilgileri.Ustalıkla serpiştirir romanına ve siz bu bilgileri özümsediğinizi fark etmezsininz bile. Bazense araştırma yapma isteği uyandırır eserleri. Bir çok okuyucuya tarihsel,siyası ve politik anlamda değişik bilgi ve bakış açıları sunan kitapları ilgiyle okunmaktadır ve eserleri ölümsüzdür.
Yazar 1986 yılında yayımlanan kitabı Afrikalı Leo ile Fransız-Arap Dostluk ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca yazarın Tanios Kayası adlı eseri de ona Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü nü kazandırmıştır.
En
önemli kitabı hakkında kısa analize geçmeden önce Amin Maalouf un Doğu'nun kapılarını Batı'ya edebiyatla ve dostlukla açan,hümanist ve eşitlikçi bir yazar olduğunun altını çizelim. Okuduğunuz her kitabında size çok iyi bildiğimizi sandığımız Orta Doğu , Akdeniz ve hatta kendi tarihimizle ilgili bambaşka aydınlatıcı bilgiler sunucaktır.
AFRİKALI LEO (1986)
Anı şeklinde yazılan bu eser bugün tüm edebiyat çevrelerince bir "klasik" olarak değerlendirilmektedir. Konuyu basitçe özetlemek gerekirse, yazar iki büyük dini ,Hristiyanlık ve Müslümanlık, ve onlara mensup insanlari farklılıkları ve aslında var olan aynılıklarıyla anlatır.Ana karakter olan Afrikalı Leo yaşadıklarını anı-günlük biçiminde kitap boyunca aktarır. Kitabı okurken yer yer kitlesel yer yer bireysel çatışmalara rastlıyoruz.Ancak birleşmeler ve bir araya gelişler de aynı şiddet ve çok daha sıcak bir anlatımla dile getiriliyor. Özellikle Türkiye gibi dinsel değilse de ırksal kutuplaşmaların, ötekileştirilmelerin yaşandığı bir ülkede,okuyucu kendi düşüncelerini, kendi ötekilerini,farklı atfettiği değerleri ve insanları bir daha gözden geçiricektir.Hem çok bizden içimizden hem de bizden çok uzak zamanların hikayesi olan bu kitabı okumanız şiddetle tavsiye edilir.

Ayrıca vericeğim link de kendisinin güzel bir röportajıdır.İncelemek isteyenler için; http://www.youtube.com/watch?v=kagjl0uBxX4
Yakın Sinema Tarihi İçin Çok Önemli Bir İsim; QUENTIN TARANTINO
Quentin Tarantino 2 Oscar ödüllü ABD'li senarist,yönetmen ve oyucudur.Kendisi genelde filmlerinin aşırı şiddet ve kan içermesiyle aynı zamanda birkaç filminde kullandığı "zenci" kelimesinden dolayı eleştirilir.Kim ne derse desin o sinemanın dahi çocuğudur. Sanatın her alanında olduğu gibi sinemada da en önemli şey yaratıcılık olmalıdır. Kısıtlamalar ve "entellektüel ,barışçıl ya da bir nevi Hippici" bir karakterin arkasına sığınıp Quentin Tarantino'yu eleştirmek hiç bir şey değilse bile en azından büyük bir yanılgıdır.(Zenci kelimesi bence de yanlış olmakla birlikte Tarantino nun bunu bir kelimeden ibaret olarak gördüğünün bilinciyle bunu normal görüyorum.Çünkü gerçekten bir kelimeye karşı sürekli bir tepki göstermek de o kelimeyi güncel tutmaktadır ayrıca yönetmenin 2012 yapımı Zincirsiz adlı müthiş filmi de ırkçılığa karşı bakış açısını anlamak için yeterlidir..)

Benim gibi "Rezervuar Köpekleri" filmini izleyerek başlarsanız belki sıkılabilirsiniz. Yoo bu film sıkıcı olduğundan değil,sadece yönetmenin tarzına ısınmalısınız önce. Kill Bill size yönetmeni sevdiricektir. Zaten Türkiye 'de çok iyi bir sinema seyircisi olmaksızın çoğu kişi Kill Bill se
risini izlemiştir.Aksiyon sever millet olduğumuzdan heralde. Ama iyi bir izleyici aksiyonun yanında şiddetin naifliğini bile işlemeyi başaran bu sanatçının yaratıcı yanını da görücektir.
İşte sizin için yaptığım Tarantino'nun en sevilen 5 filminin izleme sırası ;
1
2 UCUZ ROMAN
3 REZERVUAR KÖPEKLERİ
4 SOYSUZLAR ÇETESİ
5 ZİNCİRSİZ

Benim gibi "Rezervuar Köpekleri" filmini izleyerek başlarsanız belki sıkılabilirsiniz. Yoo bu film sıkıcı olduğundan değil,sadece yönetmenin tarzına ısınmalısınız önce. Kill Bill size yönetmeni sevdiricektir. Zaten Türkiye 'de çok iyi bir sinema seyircisi olmaksızın çoğu kişi Kill Bill se
risini izlemiştir.Aksiyon sever millet olduğumuzdan heralde. Ama iyi bir izleyici aksiyonun yanında şiddetin naifliğini bile işlemeyi başaran bu sanatçının yaratıcı yanını da görücektir.
İşte sizin için yaptığım Tarantino'nun en sevilen 5 filminin izleme sırası ;
1
2 UCUZ ROMAN
3 REZERVUAR KÖPEKLERİ
4 SOYSUZLAR ÇETESİ
5 ZİNCİRSİZ
XAVIER DOLAN ve FILMLERI HAKKINDA
Xavier Dolan Kanadalı bir yönetmen,yapımcı ve aktördür. Çok genç yaşta Cannes Film festivalinden aldığı özel ödülle seyirci tarafından tanındı.Aslında Genevieve Dolan ve Manuel Tadros(aktör ve şarkıcı) gibi bilinen bir aileden olduğu için küçük yaşlarından beri bir nebze biliniyordu ve çocukluğunda bazı reklam projelerinde yer aldı. Ama dediğim gibi Cannes daki başarısının ardından biz onu uluslararası perspektifte daha yakından
tanıdık.
Xavier Dolan bir eşcinseldir. Şu ana kadarki 3 filminin de başlıca temalarının eşcinsellik oldugunu söylemek yanlış olmaz. Ama bangır bangır tek bir odak üzerinde değildir filmleri.Hayatın akışına uygundur ve bir çok temayı barındırır. Örneğin ilk filmi "I killed my mother" da eşcinsel bir gencin annesiyle olan sürtüşmelerini anlatırken sadece bir eşcinselin değil aslında tüm gençlerin aileleriyle olan uyumsuz-uygunluklarını ya da zaman zaman iğreti zaman zaman sevgi dolu iniş çıkışlarını yansıtmıştır desek yanlış olmaz. Örneğin filmin bir sahnesinde başrol annesinin krem peyniri yiyişinden iğrenir.Uzun süre dudaklarına onu yiyişine odaklanır. Çoğumuz genç yaşlarda ailelerimizin davranışlarını aynı gaddarlıkla yargılamışızdır.Dolayısıyla filmelerine sadece eşcinsel bir perspektifden değil genel bir açıyla yaklaştıgını söyleyebiliriz.
Aslında Dolan bir çok röportajında eşcinsel temasını özellikle kullandığından bahssetmekte.Ama izleyicinin algısınında çok önemli olduğu kanaatindeyim.
Sevgili okurlar ; yönetmenin üç filmi hakkında da kısa bilgiler vermek istiyorum.
I KILLED MY MOTHER (J'ai tué ma mère)
Bu film yukarda da belirttiğim gibi yönetmenin ilk filmidir.Kendisi de Hubel Minel adlı baş karakteri canlandırır. Hubel boşanmış bir ailenin çocuğudur ve annesiyle yaşamaktadır.Annesiyle arasında garip bir bağ/ilişki oldugunu söyleyebiliriz.Hubel filmde düşüncelerini kameraya aktarır.Hatta bir sahnede sarf ettiği sözler annesine karşı hislerinin tam olarak karşılıgıdır. "Annemi çok seviyorum,ama onun oğlu olmaya katlanamıyorum." Sıklıkla aslında anne oğul olmasalar onu çok daha fazla sevebiliceğini düşünür.Kısacası film in ana temalarından biri de ailesel sorunlardır.
Ayrıca Hubel ve erkek arkadaşı yoğun bir ilişki yaşamaktadır. Hubel'in erkek arkadaşının annesi çok farklı ve rahat bir kadındır. Hubel onların ilişkisine imrenir.
Filmin kopma noktası Hubel'in anne ve babasının ortak kararıyla yatılı okula gönderilmesiyle yaşanır.Sonrası ise film izleyicisine spoil vermemek adına tarafımdan anlatılmıycaktır:)
Ayrıca filmde duyucağınız Viva la fete-(Noir desir) sizi etkisi altına alabilir.
HAYALİ AŞKLAR (LES AMOURS IMAGINARIES)
Bu film Xavier Dolan ın ikinci filmidir.Filmin ana konusunun aynı erkeğe aşık olan iki yakın arkadaşın biraz kıskançlık biraz sürtüşme dolu hikayesinden ibarettir. Biri kadın biri erkek iki yakın arkadaş aynı erkeğe aşık olur ve bu erkek sandıklarından daha farklıdır.
Film hakkında fazla bir şey yazmak doğru olmayacak izleyecekler açısından. O yüzden şunu söyleyebilirim bana göre film I killed my mother dan sonra ilk filmin gölgesinde kaldı. Belki de beklentilerden kaynaklıdır. Yine de izlemekte fayda olduguna inanıyorum.Çünkü Avrupa sineması Amerikan ve orta doğu sinemasından çok daha farklı bir çizgide ilerliyor ve bu filmlerin ilerinin kültlerinden olup olmayacağını zaman gösterecek.
Bu filmde de dinleyeceğiniz soundtracklerden çoğumuzun bildiği "Bang bang" in fransızca versiyonu, Isabelle pierre in "Le temps est bon" u ve "Pass this on" adlı şarkılar aklınızda kalacaktır.
LAURANCE ANYWAYS
Laurance Anyways tam olarak bir LGBT temalı film dersek yanlış olmaz sanıyorum.Xavier Dolan bu filmde oyuncu olarak karşımıza çıkmaz. Filmin başrolü Laurance kendisini bir kadın kimliğiyle özdeşleştirmektedir. Ancak hayatında uzun süredir Fred adlı bir kadın vardır. Ve Laurance bu kadına gerçekten aşıktır. Kadın olarak hissetmesine ve bu kimliğiyle mutlu olmasına rağmen. Bir gün artık bir kadın olarak yaşamaya karar verir. Fred bunu destekleyecek ama işler hep istendiği gibi gitmeyecektir. Artık çifti çok zor günler beklemektedir.
Filmde özellikle bir sahnenin Fred i canlandıranSuzanne Clement e en iyi kadın oyuncu ödülü verilmesini sağlamıştır diyebiliriz. Laurance ın kadın kıyafetleri giyerek eşi Fred le bir kafede oturma anları çevredekilerin rahatsız edici bakışları ve garsonun anlamsız sorularıyla felakete döner.Fred in garson bayana karşı sarf ettiği sözler, haykışırı, kocasını hem kollayışı hem bu kollayıştan duyduğu hezimeti filmde hem oyunculukla hem de senaryoyla pek güzel anlatılmıştır.Özellikle son sahne muhteşemdir. Kesinlikle izlemelisin sevgili okuyucu kesinlikle...
Bu filmden de aklınızda kalıcağına inandığım bir parça Craig Armstrong 'dan Let's go out tonight..
PC: Sevgili okur;
2013 yılında Xavier Dolan ın "Tom a la Ferme" adlı filmide yayınlanmıştır. Ancak Türkiye'de bu gibi filmlere ulaşmak fazlasıyla zor olduğundan henüz filmi bulamadım.İzler izlemez sizi bilgilendireceğim..
tanıdık.
Xavier Dolan bir eşcinseldir. Şu ana kadarki 3 filminin de başlıca temalarının eşcinsellik oldugunu söylemek yanlış olmaz. Ama bangır bangır tek bir odak üzerinde değildir filmleri.Hayatın akışına uygundur ve bir çok temayı barındırır. Örneğin ilk filmi "I killed my mother" da eşcinsel bir gencin annesiyle olan sürtüşmelerini anlatırken sadece bir eşcinselin değil aslında tüm gençlerin aileleriyle olan uyumsuz-uygunluklarını ya da zaman zaman iğreti zaman zaman sevgi dolu iniş çıkışlarını yansıtmıştır desek yanlış olmaz. Örneğin filmin bir sahnesinde başrol annesinin krem peyniri yiyişinden iğrenir.Uzun süre dudaklarına onu yiyişine odaklanır. Çoğumuz genç yaşlarda ailelerimizin davranışlarını aynı gaddarlıkla yargılamışızdır.Dolayısıyla filmelerine sadece eşcinsel bir perspektifden değil genel bir açıyla yaklaştıgını söyleyebiliriz.
Aslında Dolan bir çok röportajında eşcinsel temasını özellikle kullandığından bahssetmekte.Ama izleyicinin algısınında çok önemli olduğu kanaatindeyim.
Sevgili okurlar ; yönetmenin üç filmi hakkında da kısa bilgiler vermek istiyorum.
I KILLED MY MOTHER (J'ai tué ma mère)
Bu film yukarda da belirttiğim gibi yönetmenin ilk filmidir.Kendisi de Hubel Minel adlı baş karakteri canlandırır. Hubel boşanmış bir ailenin çocuğudur ve annesiyle yaşamaktadır.Annesiyle arasında garip bir bağ/ilişki oldugunu söyleyebiliriz.Hubel filmde düşüncelerini kameraya aktarır.Hatta bir sahnede sarf ettiği sözler annesine karşı hislerinin tam olarak karşılıgıdır. "Annemi çok seviyorum,ama onun oğlu olmaya katlanamıyorum." Sıklıkla aslında anne oğul olmasalar onu çok daha fazla sevebiliceğini düşünür.Kısacası film in ana temalarından biri de ailesel sorunlardır.
Ayrıca Hubel ve erkek arkadaşı yoğun bir ilişki yaşamaktadır. Hubel'in erkek arkadaşının annesi çok farklı ve rahat bir kadındır. Hubel onların ilişkisine imrenir.
Filmin kopma noktası Hubel'in anne ve babasının ortak kararıyla yatılı okula gönderilmesiyle yaşanır.Sonrası ise film izleyicisine spoil vermemek adına tarafımdan anlatılmıycaktır:)
Ayrıca filmde duyucağınız Viva la fete-(Noir desir) sizi etkisi altına alabilir.
HAYALİ AŞKLAR (LES AMOURS IMAGINARIES)

Film hakkında fazla bir şey yazmak doğru olmayacak izleyecekler açısından. O yüzden şunu söyleyebilirim bana göre film I killed my mother dan sonra ilk filmin gölgesinde kaldı. Belki de beklentilerden kaynaklıdır. Yine de izlemekte fayda olduguna inanıyorum.Çünkü Avrupa sineması Amerikan ve orta doğu sinemasından çok daha farklı bir çizgide ilerliyor ve bu filmlerin ilerinin kültlerinden olup olmayacağını zaman gösterecek.
Bu filmde de dinleyeceğiniz soundtracklerden çoğumuzun bildiği "Bang bang" in fransızca versiyonu, Isabelle pierre in "Le temps est bon" u ve "Pass this on" adlı şarkılar aklınızda kalacaktır.
LAURANCE ANYWAYS
Laurance Anyways tam olarak bir LGBT temalı film dersek yanlış olmaz sanıyorum.Xavier Dolan bu filmde oyuncu olarak karşımıza çıkmaz. Filmin başrolü Laurance kendisini bir kadın kimliğiyle özdeşleştirmektedir. Ancak hayatında uzun süredir Fred adlı bir kadın vardır. Ve Laurance bu kadına gerçekten aşıktır. Kadın olarak hissetmesine ve bu kimliğiyle mutlu olmasına rağmen. Bir gün artık bir kadın olarak yaşamaya karar verir. Fred bunu destekleyecek ama işler hep istendiği gibi gitmeyecektir. Artık çifti çok zor günler beklemektedir.
Filmde özellikle bir sahnenin Fred i canlandıranSuzanne Clement e en iyi kadın oyuncu ödülü verilmesini sağlamıştır diyebiliriz. Laurance ın kadın kıyafetleri giyerek eşi Fred le bir kafede oturma anları çevredekilerin rahatsız edici bakışları ve garsonun anlamsız sorularıyla felakete döner.Fred in garson bayana karşı sarf ettiği sözler, haykışırı, kocasını hem kollayışı hem bu kollayıştan duyduğu hezimeti filmde hem oyunculukla hem de senaryoyla pek güzel anlatılmıştır.Özellikle son sahne muhteşemdir. Kesinlikle izlemelisin sevgili okuyucu kesinlikle...
Bu filmden de aklınızda kalıcağına inandığım bir parça Craig Armstrong 'dan Let's go out tonight..
PC: Sevgili okur;
2013 yılında Xavier Dolan ın "Tom a la Ferme" adlı filmide yayınlanmıştır. Ancak Türkiye'de bu gibi filmlere ulaşmak fazlasıyla zor olduğundan henüz filmi bulamadım.İzler izlemez sizi bilgilendireceğim..
THE OTHER SON (2012)
"The other son" ya da orjinal ismiyle " Le fils de l'autre " fransız yapımı bir film. "Yönetmeni Lorraine Levy".
Film aslında sinema tarihinde sıkça işlenmiş bir konuyu ele alıyor. Yani ilk bakışta filmin orjinalliği hakkında yanlış bir fikre kapılmak mümkün.Ancak film sizi içinize alıyor ve ister istemez, kendinizi ayrı ayrı herbir karakterin yerine koymanız noktasında zorluyor.
Filmin konusunu özetlemek gerekirse öncelikle filmin Bir İsrail-Filistin draması olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Drama diyince aklınıza bizim cogu Türk filmindeki bayağı acıtasyonlar gelmesin. Film drama ve acıtasyon arasındaki çizgiye gelmemiş bile.
İki düşman safhada yaşayan iki çocuk.Bu çocuklar günün birinde Filistinde bir hastanede yanlış ailelere verildiklerini öğrenecekler ve kabullenmek elbette cok zor olacaktır. Hem onlar için hem de aileleri için. Çünkü birbirlerinden can almış 2 ırka mensup bu aileler kayıplarıyla beraber empati yapma yetisinin çok uzağındadırlar.. Ancak hayat onları evlatlarıyla sınıycaktır.
Aile olmanın anlamını,nefretlerimizi,sevgilerimizi,gereksiz öfkelerimizi,yersiz savaşlarımızı ve en önemlisi acılarımızı tekrar gözden geçirmeye bizi zorlayan başarılı bir film. İzlemeniz tavsiye edilir.
Film aslında sinema tarihinde sıkça işlenmiş bir konuyu ele alıyor. Yani ilk bakışta filmin orjinalliği hakkında yanlış bir fikre kapılmak mümkün.Ancak film sizi içinize alıyor ve ister istemez, kendinizi ayrı ayrı herbir karakterin yerine koymanız noktasında zorluyor.
Filmin konusunu özetlemek gerekirse öncelikle filmin Bir İsrail-Filistin draması olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Drama diyince aklınıza bizim cogu Türk filmindeki bayağı acıtasyonlar gelmesin. Film drama ve acıtasyon arasındaki çizgiye gelmemiş bile.
İki düşman safhada yaşayan iki çocuk.Bu çocuklar günün birinde Filistinde bir hastanede yanlış ailelere verildiklerini öğrenecekler ve kabullenmek elbette cok zor olacaktır. Hem onlar için hem de aileleri için. Çünkü birbirlerinden can almış 2 ırka mensup bu aileler kayıplarıyla beraber empati yapma yetisinin çok uzağındadırlar.. Ancak hayat onları evlatlarıyla sınıycaktır.
Aile olmanın anlamını,nefretlerimizi,sevgilerimizi,gereksiz öfkelerimizi,yersiz savaşlarımızı ve en önemlisi acılarımızı tekrar gözden geçirmeye bizi zorlayan başarılı bir film. İzlemeniz tavsiye edilir.
Sayın okuyucular;
Bu blogu kurmamdaki yegane amaç zamanimi daha iyi degerlendirmek ve hem sizleri hem kendimi eğlendirmek olmalı.Burda daima ilgi alanım olmuş film sanat ve kitaplar hakkında öneriler ve bilgiler paylaşacağım.Ama kasmaya gerek yok beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Her gün günün 2-3 saatini gişe ve sanat filmlerine ayırıyorum. Size de faydalı olacağını ve beraber güzel vakit geçiriceğimi umuyorum..SEVGİYLE ESEN KALIN..
Bu blogu kurmamdaki yegane amaç zamanimi daha iyi degerlendirmek ve hem sizleri hem kendimi eğlendirmek olmalı.Burda daima ilgi alanım olmuş film sanat ve kitaplar hakkında öneriler ve bilgiler paylaşacağım.Ama kasmaya gerek yok beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Her gün günün 2-3 saatini gişe ve sanat filmlerine ayırıyorum. Size de faydalı olacağını ve beraber güzel vakit geçiriceğimi umuyorum..SEVGİYLE ESEN KALIN..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)